Urfa’nın manevi mimarları, öğretmen arkadaşım ve dostlarım rahmetli Ali Bahçivan, Muzaffer Karadağ,Salih Beşkardeş, Abdülkadir Subaşı,Ömer Saatçı, Sabri Sorguç, Akif Döngör , Mehmet Kına, Mustafa Sak, Mehmet Sait Akgün ile daha dün Şani Eren ve bugünde Ali Kaysı dostumuz ayrıldı aramızdan.
Urfa Maarif camiamızın değerli eğitim ve öğretim yıldızları kayıp gidiyor birer birer ellerimizden kara toprağa. Bunlar yeri doldurulamaz irfan ordusunun isimsiz kahramanlarıdır. İlim meşalesinin önden gelen yiğit erleridir.
Senelerini vererek ilimle, irfanla, aşkla ve imanla çocuklarımızın dimağlarını, zihinlerini ve ufuklarını aydınlatmak için kendilerini eritmişler birer mum gibi. Onlar erimiş ama ellerinde şekillenen küçük yürekler birer kıymet olmuşlar. Onların Okullarının tüm o olumsuz şartlarda neler çektiklerini neler en çok ben bilirim. Çünkü Urfa’nın milli eğitim müdür yardımcısı ve de Halk Eğitimi Başkanı birde öğretmen arkadaşları olarak.
Ben, 1955 eğitim öğretim yılında öğrenime başladığım Turan İlkokulu’na, 1966 yılında ise vekil öğretmen olarak dönmüştüm. Muhteşem bir duygu idi bu? O zaman okul Müdürü Abdülkadir Şenbayram idi. Ama müdürlüğe Ahmet Balcı vekâlet ediyordu benim başladığım günlerde. Ali Bahçivan ve Ali Kaysı da öğretmenlerdi Turan İlkokulunda benimle. Düşünün dil ağız bilmeden başladığım bu okula vekil öğretmen olarak dönüyorum? Öğrendiğim İlkokuluma bu sefer öğreten olarak geliyorum. Tarifi imkânsız bir duygu değil mi söyleyin Allah aşkına?
Ahmet Balcı nevi şahsına münhasır bir şahsiyet idi. İri kıyım,babacan, sabah kahvaltısında sıcak dokuz tırnaklı ekmeği, öğlen yemeğinde ise otuz üç lahmacunu bir tepsi de sıcak kadayıfı ve bir sürahi ayran ile afiyetle gövdesine indirebilen dünya tatlısı ,güleç yüzlü bir idareci idi. Konuşkan ve şair ruhlu idi. Şiirleri de vardı Urfaya dair. Kendisi anlatırdı bunu ballandıra: Kara trenle Akçakale istasyonundan Naci Kaysı, Halil Erbil ve diğer er öğretmen adayları arkadaşlarıyla bir yaz günü güle oynaya ve eğlenerek askerliğe giderken, kompartımanda yedikleri o ağzı yumukları, o ağzı açıklardan sıra gelmemiş dolmalı köftelere. Tabii sıcak öyle böyle değil. İnsanı kavuracak hararette. Birde ağzı sıkı sıkıya bağlanmış sepettekine sıra gelmemiş. O sepette ise dolmalı köfteler varmış. Bir gün sonra sepetinin ağzını açınca hımsımış olduğunu gördükleri köfteleri trenin penceresinden boca edeceklerken o güzelim dolmalı köfteleri; Ahmet Balcı : “ Ne yapıyorsunuz arkadaşlar? ” der ve sepeti alır ellerinden. O zaman pehlivan gibi , gücü kuvveti yerindedir Ahmet Balcı’nın. Ve başlar köfteleri çift çift götürmeye. Herkesin ağzı açık hayretle seyrederler bu olayı. Ahmet Balcı afiyetle yedikten sonra köfteleri “Elhamdülillah” deyip ağzını temizlemiş cebinden çıkardığı beyaz mendiliyle. Sormuşlar gözleri fal taşı gibi açık.“Yediğin dolmalı köfte kaç tane idi.? “ Ahmet Balcı bakmış onların yüzlerine. Gülmüş : “İnsan leblebi yerken sayar mı ?“ demiş. Arkadaşları onun o sepetten tam yetmiş iki içli köfte yediğini saymışlar. Rahmetli Ahmet Balcı bunu anlatırdı tatlı tatlı, güleç bir biçimde.
Turan İlkokulu’nda okuma yazmayı yeni gelen çocuklara bir ay içinde öğreten öğretmenlerin şahı Ali Bahçivan ve öbür tarafta yüzünden düşen bin parça olur sandığımız , sarışın , kartal burunlu, sarı pala bıyıklı, yakışıklı mı yakışıklı ve asla yüzü gülmeyen bir Ali Kaysı’yı düşünün?. İşte böyle renkli öğretmen kadrosu içinde insan nasıl mutlu olmaz ki ? Yeni başlamışsınız öğretmenliğe ve her biri bir dev olan hocalardan birini rehber edinirsiniz kendinize. Ali Kaysı zeki mi zeki, nüktedan mı nüktedan ve de tam bir insan sarrafı idi mübarek. Sohbet kabiliyetine ve muhakeme gücüne de diyecek yoktu. Tam bir Urfalı kültürüne sahib idi. Çok disiplinli ve çocuklar üzerine titreyen bir öğretmen idi Ali Kaysı. Ali Bahçivan ise tam bir bilge adam ve ibadetine son derece düşkün biri idi. Risale derslerinde medresede de bilekteyiz çoğu kez. Zarif, herkese iyilik yapmak için can atan biri idi. . Sevecen ve her zaman mutluluk dağıtan bir derviş idi. Okulda çocukların en çok sevdiği öğretmen Ali Bahçivandı.
Anlatırlar: Bir kış günü Ali Bahçivan güzel palto almış gıcır mı gıcır. Herkes hayırlamış yeni paltosunu bayanlı ve erkekli olarak. Gerçekten de güzel bir palto imiş. Ali Kaysı’nın ise zamanında iyi bir terzi ustalığı da varmış. Ali Kaysı,adaşı Ali Bahçivan’a bir oyun düşünür kurnazca. Havaya girmiş Ali Bahçivan’a bir muziplik yapacakmış. Bunu da bu yeni palto üstünden kurguluyormuş. Tüm Öğretmenler son derste sınıflarında iken Ali Kaysı, bayan öğretmenlerden birinin mantosundan onun bilgisi dahilinde kürk kısmını almış ve Ali Bahçivan’ın paltosunun yakasına ustaca dikmiş. . Bununla da kalmaz birde paltonun iki kolunun girişini içten diker. Son ders zili çalınca çocuklar kafesi açılmış kuşlar gibi evlerine bir an önce varmağa uçarak okuldan uzaklaşırlar. Bay ve bayan öğretmenlerde öğretmenler odasındaki manto ve paltolarını alıp ayrılırlar birer birer okuldan. Ali Kaysı hocahanıma Ali Bahçivana yapacağı şakayı söylemiş ve bugün böyle idare etmesini rica etmiş önceden. Tüm öğretmenler de bilirler Ali Kaysı’nın bu şakalarını. Ali Bahçivan da çocukları gönderdikten sonra düzenli bir şekilde ders araç gereçlerini dolaplara yerleştirir ve en son sınıftan o çıkar. Her zamanki düzenli ve tertipli haliydi bu Ali Bahçivan’ın. O günde Urfa öyle soğuk, öyle soğukmuş ki nerdeyse tükürsen havada donacakmış. Bir de üstüne üstlük Ali Bahçivan tam sınıf kapısından çıkarken onun kızdırmak için ağır bir şaka yapmış Ali Kaysı. Bu edep ve haya timsali bilge adam , bu şakaya öyle kızmış öyle kızmış ki, hışımla öğretmenler odasına dalmış, bir an önce uzaklaşmak için askıda tek kalan paltoyu kaptığı gibi dışarı çıkmış. Külahı kel kafasına geçirmiş ve merdivenlerden uçar adımlarla inerken bir yandan da kollarını paltoya geçirmeye çalışmış ama bir türlü muvaffak olamamış. Ali Kaysı pusu kurmuştur bir sınıfın kapısında.ve Ali Bahçivanın hareketlerini uzaktan gözlemektedir birkaç öğretmen arkadaşıyla. Bu oyuna hep gülmüşler durmadan. Ali Bahçivan kendi kendine söylenerek hışımla okulun kapısından çıkar avluya. Paltoyu atmıştır omuzlarına. Yolda hızlı hızlı giderken Ali Bahçivana herkes dönüp dönüp bakıyormuş bu haline ama o farkında değilmiş pür hiddetinden. Öyle kızmıştır ki sanki tüm vücudu ateşe kesmiştir Ali Hoca’nın. Buz kesmiş havada , bulgur bulgur terlemiştir öfkesinden. Eve varınca hanımı Ali Hoca’yı kapıda karşılar. Ali Hocayı böyle görünce tebessüm eder garip garip yüzüne bakarak. Zaten okulda Ali Kaysı’nın yaptığına çok kızmış,canı burnunda ve bir de hanımını böyle görünce; “Ne var gülecek hanım ?” der.Hanımı da; “Ne olsun daha ? Sen kadın paltosu ile gelmişsin eve bir de ne var diyorsun ? Kendinden haberin var mı?” deyince Ali Hoca şaşırır. Bakar demek herkesin dönüp bakması bundanmış meğer diye daha çok hayıflanır. Tabii Ali Kaysı okulda ertesi gün görünmemiştir korkusundan ali Bahçivan’ın gözüne.
Ali Bahçivan bunu anlatırken bugün olmuş gibi çok kızardı bu yapılanlara. Tabii okulda bu tatlı kızgınlık uzun sürmezdi. Araya girilir ve barıştırılırdı ikinci bir şaka oluncaya kadar. O zamanda dostluklar böyle şakaları kaldırırdı. Daha neler neler var aralarında geçen bu tatlı hatıralardan. Anlatmaya kalksak haftalarca sürer bu maceralar.
Yaprak dökümü misali dostlarımız bu geçici mekândan , ebedi mekâna Yüce Yaradan’ın huzuruna göçüyor birer birer. Bize de mutlaka bir gün emr-i Hak vaki olacak. Göçeceğiz o ebedi aleme önden giden aziz dostlarımızın yanlarına. Ümit edilir ki o gün bizleri de hayırla yad ederler ve okurlar arkamızdan Fatiha.
Merhum Ali Kaysı ile güzel bir dostluğumuz vardı. Belediye Başkanlığım sırasında benden Müdürü olduğu Turan İlkokulu için yaptığı ricaları hiç kırmadım. Okulun bahçe düzenlemesinden tutun da diğer okullara yaptığımız tüm hizmetler ona da yaptık severek.
Burada bu güzide dostum ile ilgili diğer bir anımı siz değerli dostlarımla paylaşmak istiyorum.
1985 yılı idi. Urfa Belediye Başkanı idim. O yıllarda eski Urfa fotoğrafları toplayan arkadaşım A. Cihat Kürkçüoğlu bana geldi. Güneydoğu Anadolu’yu 19.yüzyılın sonlarında misyoner olarak gezen Kapüsen Rahipleri’ne ait iki adet fotoğraf albümünün Ali Kaysı’da olduğunu söyledi. Albümlerdeki Urfa fotoğraflarının kopyalarını alabilmesi için bunları Ali Kaysı’dan istediğini, olumlu cevap alamadığını, bunları ancak benim alabileceğimi söyledi. Bir Süryani papazının Urfa’dan giderken dedesine verdiği bu paha biçilmez Fotoğraf albümlerini birer hazine gibi korumuş ihtimamla Ali Kaysı. İki yüz yıllık bir tarihi hazine gün yüzüne çıkacak, durur muyum ben. Rahmeti Naci Kaysı, rahmetli hocam İbrahim Halil Erbil, rahmetli Mahmut Canpolat ve Nabi Parlakçı hocalarla kadim bir dostluğumuz vardı. Ali Kaysı ile de Turan ilkokulunda birlikte mesai arkadaşlığımız ve ebedi dostluğumuz vardı.
Hemen Ali Hoca’yı aradım. Anlattım niçin aradığımı. Sağ olsun beni kırmadı. Sevinerek; “Bende böyle bir günü bekliyordum ! Bu eserler gün yüzüne çıkarak değerlensin !” diye. Hemen söz konusu iki albümü sevinçle bana getirdi. Senelerdir gözü gibi koruduğu bu emanetleri teslim etti sözü ikiletmeden. Özel olarak yapılmış bu albümlerin üzerinde Fransızca “ALBUM, de la Mission de Mesopotamie et d’Armeniaconfieéauxfréres-mineurscapucins de la Provinee de Lyon” ( Lyon kentindeki Kapusen Rahip Din Kardeşleri ile Mezopotamya ve Ermenistan’daki Misyon Albümü) yazıyordu.
Bu Albümlerde; Urfa, Birecik, Rumkale ( Halfeti) , Harran, Malatya, Diyarbakır, Maden, Mardin, Mamuret’ül Aziz, Harput, Cizre’ye ait tarihi yapıların çekilmiş fotoğrafları idi. Baktıkça biz bu fotoğraflara tarihte bize bakıyordu sanki. Bizler bu fotoğraflardan mest olmuştuk birlikte albüme bakmaktan.
Dostum,Harran Kültür Sanat ve Folklor Dergisi yazarlarından Sanat Tarihçisi
A. Cihat Kürkçüoğlu’nu aradım : “Ali Kaysı hocadan aldığım emanetler masamda ve Ali Kaysı hocada keyifle oturuyor tam karşımda. Hemen gel. Yoksa seni derdest aldırayım mı ?” dedim. Yakında olduğunu söyleyip bir çığara içimi kadar sürmedi gelişi. Albümleri masamda görünce, büyük bir hazine bulmuş gibi duyduğu sevinci kelimelerle anlatamam şimdi. Bayramlığına kavuşmuş çocuklar gibi şendi. A. Cihat bin teşekkür etti Ali Kaysı ile bana. Çay,kahve bile içmeden hemen albümleri aldı kucağına ve uçar adımlarla çıktı odadan. Albümleri gözünü korur gibi koruyarak götürdü. Diş Doktoru arkadaşı rahmetli Mustafa Atlı’dan ödünç aldığı fotoğraf makinesi ile Urfa ile ilgili fotoğrafların kopyalarını aldı alelacele. Tab işleri bitince bu albümleri Ali Kayısı hocaya iade edip kendisine teşekkür ettik ikimizde.
Cihat’a, bu fotoğraflarla birlikte arşivinde bulunan eski Urfa fotoğraflarını da bir Albüm Kitap halinde hazırlamasını söyledim. Dünya Cihat Kürkçüoğlu ile Mehmet Oymak ve Belediye Kültür Müdürlüğü’nde çalışanların olmuştu. Sağ olsun Cihat albümü hazırladı ve bana getirdi. İsmini de Mehmet Oymak: “RUHA’DAN URFA’YA (1780-1980)” olsun deyince bizde bu ismi kabul ettik. Ben bir takriz yazdım. Oymak da yazdı. Ben o zaman şunları yazmışım:
“Göreve başladığımız günden beri şehircilik hizmetlerimiz yanında kültürel hizmetlere de önem veren Belediyemiz; turizme yönelik olarak bastırmış olduğu afiş ve broşürlerle kentimizin dini turizm potansiyelini tanıtmaya, 11 Nisan Kurtuluş Bayramlarımızda,Üniversitelerimizden bilim adamlarımızın iştirak ettiği “Urfa Kurtuluşu ve Tarihi” konulu sempozyumları düzenleyerek Şanlıurfa’nın tarihini gün ışığına çıkarmaya, ünlü divan şairi Urfalı Nabi’nin ölüm yıldönümlerinde anma toplantıları tertipleyerek bu şairimizin bilinmeyen birçok yönünü değerli edebiyatçılarımızın tebliğleriyle aydınlığa kavuşturmaya çalışmış, şairimiz adına açtığımız Şair Nabi Belediye Kütüphanesi ile Şanlıurfa’mızın bu alandaki büyük bir ihtiyacını karşılamıştır.
11 Nisan Kurtuluş Bayramlarını Şanlıurfalıların şanlı destanlarına yaraşır şekilde bir kültür şenliği havasına kavuşturmaktan, ilk kez Belediyemiz bünyesinde kurulan Kültür ve Eğitim Müdürlüğü ile Konservatuvar Müdürlüğü’ne, Şair Nabi’nin İstanbul Üsküdar’daki mezarının ayağa kaldırılmasından, Halepli Bahçesi’ndeki Şair Sakıp Efendi Köşkü’nün restore edilmesine, Şanlıurfalı araştırmacı ve yazarların birçok eserini Şair Nabi kütüphanemiz bünyesine satın alarak halkımızın hizmetine sunulmasından, ilimiz tanıtıcı renkli fotoğraf ve yağlı boya resim sergilerinin Ankara, İzmir ve İstanbul’larda açılmasına kadar kültür alanındaki hizmetlerimizi daha da çoğaltarak sıralamamız mümkündür.
Belediyemiz Kültür hizmetleri zincirinin bir halkası niteliğinde olan elinizdeki bu değerli eser, Şanlıurfa’mızın yetiştirdiği Sanat tarihçisi A.Cihat Kürkçüoğlu tarafından uzun yıllar süren bir araştırma neticesinde titizlikle hazırlanarak kültür tarihimizin hizmetine sunulmuştur.
Kaybolmuş mimari eserlerimizin ve diğer kültür değerlerimizin tarihini fotoğraflarla bizlere sunan Sayın Kürkçüoğlu’nu bu çalışmasından dolayı kutluyor ve başarılarının devamını diliyorum.
Şanlıurfa ve Şanlıurfalılar daha güzel hizmetlere layıktır.
Refah, mutluluk ve saadetler dileğimle saygılar sunarım.
Hizmet bizden, Tevfik Allah’tandır.” demişim.
İşte bu “Ruha’dan Urfa’ya (1780-1980)” albüm eserdeki paha biçilmez değerli fotoğrafların büyük bir kısmı rahmetli Ali Kaysı kardeşimizin himmetleriyle temin edilmişti. Bu eseri 1990 yılında Şanlıurfa Belediyesi Kültür Müdürlüğü yayınları arasında neşrettik. Bugün dönüp baktığımızda böyle kıymetli bir eseri bize kazandıran Urfa’nın değerli Sanat Tarihçisi, kıymeti kardeşim A. Cihat Kürkçüoğlu’na bu vesile bir kez daha teşekkür ediyor ve sağlıklı uzun ömürler diliyorum.
Güzel bir insan, dürüst bir öğretmen ve pırlanta bir idareci olan merhum Ali Kaysı kardeşime de Yüce Allah’tan rahmetler diliyorum. Mekanı cennet olsun. Kadri ali olsun.
Önden giden tüm öğretmen dostlarımıza selamlar olsun ve ruhları şad olsun hepisinin.
Başta kederli ailesine, Şanlıurfa Maarif camiasına , seven dostlarına ve yetiştirdiği tüm öğrencilerine Yüce Allah’tan sabırlar diliyorum.
İnnaLilahi ve innaileyhiraciün.
◦